Belgrad’da yaşayan ve çalışan sanatçı Vladimir Miladinović, Lumbardhi Sineması’nda bulunan arşiv malzemeleriyle, 19 Temmuz- 11 Ağustos 2019 arasında “Kino” adlı bir sergi hazırladı. Eylül 2020’de kendisiyle sanatsal pratiği ve “Kino” sergisinin yapımındaki deneyimleri üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.
Sanatsal ve politik formasyonunuzdan bahsedebilir misiniz?
Sanat lisesini bitirdikten sonra uygulamalı sanatlar fakültesinde eğitim almaya karar verdim. Orada Bizans duvar resimlerine hayran kalmıştım. Hep ressam olmayı hayal ediyordum ama fakülteyi bitirdikten çok kısa bir süre sonra Belgrad Sanat Üniversitesi’nde doktora çalışmalarına başladım. Bunun sanatsal bakış açımı oluşturmada bana çok yardımcı olduğunu söyleyebilirim, sadece görsel bir perspektiften bakmak yerine teorik yönden düşünebilmemi de sağladı. Bu benim sanatta çok güçlü bir politik bakış açısı kazanmama yol açtı; bu bakış açısı üretimimin tüm aşamaları için hâlâ önemli bir kazançtır.
Sanat pratiğiniz, arşiv malzemeleriyle kapsamlı bir biçimde ele alıyor ve post-Yugoslav çatışmaların resmî anlatısına “karşı bir kamusal alan” yaratıyor. Bu siyasi ufku göz önünde bulundurarak, arşiv belgelerindeki parçaları elle kopyalayarak yeniden canlandırdınız. “Four Faces of Omarska”daki çalışmanız bu anlamda oldukça etkileyici çünkü genellikle bastırılan şiddet dolu bir geçmişi göstermek için çok sayıda belgeyi (gazete kupürleri, kazı defterleri, eskizler) seferber ediyor. Eserlerinizin araştırma sürecinden biraz daha bahsedebilir misiniz?
Four Faces of Omarska grubuna katılmış olmam daha sonra olacaklar için son derece belirleyici oldu. Harikulade insanlarla çalışıyordum ve hayatlarını belirli şeylere adamış birçok insanla tanışma fırsatı yakaladım. Bu bana politik düşünmeyi ve sanat etiğinin farkında olmayı öğretti. Öte yandan eski belgeleri, listeleri, haritaları, resimleri vb. toplamayı, korumayı ve ortaya çıkarmayı her zaman çok ilginç buluyordum. Four Faces of Omarska ile olan ilişkime paralel olarak kendi araştırmalarımı da sürdürüyordum. Halihazırda geliştirmekte olduğum çalışmalarımın bazıları için kilit öneme sahip olacak materyallerden oluşan kişisel arşivlerim zaten vardı. Eski gazetelerden oluşan bir arşiv gibi çok temel malzemelerle başladım ama zamanla bu, ciddi mahkeme ve devlet arşivlerini de kapsayacak biçimde evrildi. İncelediğim kaynak malzemeye göre sonuç her zaman farklı oluyor.
Kopyalama tekniğiyle olan ilişkinizden bahsedebilir misiniz? Kopyalamanın uğraştığınız spesifik temalara ne gibi bir katkısı oluyor? Gördüğümüz kadarıyla işlerinizde zamansal bir gerilim mevcut: hızlı temsilleri ve çabuk unutulan ve bastırılan anları sanatsal bir hamle ile yavaşlatmanız mümkün.
Okuma ve araştırma süreci işin önemli bir parçasıydı ve bu sürecin sonucunu görünür kılmak istedim. Araştırdığım materyali yeniden çizmeye başladım. Rahatsız edici bir şey okursanız zorluk çekersiniz ben de bunu daha da belirgin hale getirmek istediğimi hissettim, bu yüzden yavaş yavaş tüm içeriği harf harf, sayfa sayfa tekrara başladım. Dijital içeriğin son derece hızlı üretildiği bu zamanda çizim mecrasında belli bir potansiyel var, çizimin alabildiğine yıkıcı olabileceğinin farkına varabiliyoruz. Malzemenin eksiksiz olarak kâğıda aktarıldığı bu basit tekniği yarattım. Ardından kopya izlerini kapatacak şekilde siyah mürekkep ve fırçayla çiziyorum. Bu çok yavaş ve derin düşüncelere dalınan bir süreç. Stüdyoda bir üzerinde çalışarak saatler geçiriyorum. Kaynak materyalin genellikle hayli tartışılabilir veya baskı altına alınmış bir şey olduğunu göz önünde bulundurursak bunun bazen daha zor olduğu dahi söylenebilir, zira kendinizi yüzde yüz vermezseniz hata yapabilirsiniz.
2016 yılında, Stacion – Priştine Çağdaş Sanat Merkezi yıllık sergi programının bir parçası olarak Kosova’daki ilk kişisel serginizi “Drawing Rectification” adıyla açtınız. Bajtajnica toplu mezarıyla alakalı bürokratik belgelere, listelere ve diğer arşiv malzemelerine dayanıyordu. Bu eserlerin üretim sürecinden, sergiden ve aldığı tepkilerden biraz daha bahsedebilir misiniz?
Bu sergi benim için gerçekten önemliydi ama aynı zamanda oldukça zordu. Priştine’deki ilk kişisel sergimdi ve her şey için çok endişeleniyordum. Bu güzel eski boks kulübünü serginin amaçları doğrultusunda yenileyen Stacion – Çağdaş Sanat Merkezi’nden büyük destek gördüm. Ayrıca birkaç kurumdan bir miktar yardım aldım ve bunu harap olmuş iç mekânda sahiden güzel bir beyaz kutu yapmak için kullandık. Hâlâ kullanımda ve bu, sergiyi daha da önemli hale getiriyor. Sergilediğim çalışma, çoğunlukla Lahey mahkemesi arşivlerinde yaptığım araştırmalarla bağlantılı olan bir dizi eski işimden yola çıkıyordu. Kısmen 2001’de Belgrad’da yapılan kazılarla ilgiliydi ve bu konuda pek çok işim vardı. 1990’larda insanların parasını çalıp eski Yugoslavya’da savaşa öncülük etmeye yarayan devlet bankacılık sistemiyle ilgili reklamlarla olanlar gibi başka işlerimiz de vardı. Algılama demişken, Priştine’deki halkın Batajnica toplu mezarları hakkında Belgrad halkından daha fazla şey bilmiyor olmasını hiç beklemiyordum mesela. Öte yandan Belgrad’a dönmek üzere, daha otobüsteyken, Belgrad’daki Kültür Merkezi REX’te deneyimimi sunmak için bir davet aldım. 6 saatten fazla süren yorucu bir süreçti. Herkesin söyleyecek bir şeyi vardı ve bu tartışmanın ne hakkında olduğunu hâlâ bilmiyorum.
Geçen yıl önce arşivinde araştırma yaptığınız Lumbardhi’de, daha sonra da Kombank Dvorana’da “Kino” adlı sergiyi açtınız. Sergide Lumbardhi arşivinden parçalı ve çok katmanlı bir seçki sunuldu. Araştırma sürecinden ve Prizren ve Belgrad’daki sergiden biraz daha bahseder misiniz? Hem alelade hem de oldukça sert dönemlerle dolu bu çok katmanlı tarihin politikası hakkında ne düşünüyorsunuz? Sergilere gelen tepkilerden bahsedebilir misiniz?
“Kino” belki de şimdiye kadarki en iyi deneyimlerimden birisi oldu. Sanırım bu projede gerçek arkadaşlarım ve meslektaşlarım olduğundan ve karşılıklı güvenin varlığıyla işler en başından itibaren her şey güzel geçti. Her şey bir gün Lumbardhi Vakfı’ndan Ares’in beni arayıp sinema arşivine göz atmakla ilgilenip ilgilenmeyeceğimi sormasıyla başladı. Bu teklifi hemen kabul ettim. Bu sinemanın tarihi, Yugoslavya’nın tarihi ve çözülme süreci hakkında çok şey ortaya koyuyor. Ayrıca materyali incelediğinizde, kültürel siyasetin arka planını ve devletler arasındaki ilişkileri de açıklayabiliyorsunuz. Hakiki bir geçmiş yolculuğuydu ve gerçekten çok keyif aldım. Arşivin çok zengin görsel içeriğine de değinmek isterim. Pek çok bürokratik belge arasında 70’ler, 80’ler ve 90’lardan çok sayıda film posteri buldum. 60’lardan kalma sıkıcı bilet listeleriyle mükemmel bir iş çıkardı. İlk sergiyi Prizren’deki sinemanın hâlen ayakta duran yerinde yaptık ve hep oradaymış gibi iyi sonuç verdi. Daha sonra Belgrad’a taşındı ve eski bir sendika evi olan, şimdiyse Belgrad’daki bir bankanın adını almış olan Dom Sindicata’da sergilemeyi başardık. Bana göre bu iki sergi, güneydeki küçük bir yerel sinemadan devletin en güçlü sendika evlerinden birine Yugoslavya’nın çok katmanlı tarihini, zengin sinematografi tarihini kusursuz bir şekilde ortaya koydu.
Belgrad’da devam eden serginiz Ratko Mladiç’in savaş günlüğünü yeniden üretiyor. Bize bu sergiden biraz bahseder misiniz? Esere yerel ve uluslararası tepkiler ne yönde?
Sergi, iki ayından sonunda uzun süredir bekleyen bir sanat kitabının sunumuyla henüz kapandı ve şimdi izlenimleri toplama zamanı. Kesinlikle yurtiçi ve yurtdışında ses getirdi ve çok sayıda tepki aldı. Bu seriyi oluşturmak için uzun süredir çalışıyordum ve sonunda hepsini galeri duvarlarında çerçevelenmiş olarak görmek gerçekten güzeldi. Bu, Forum ZFD’nin bana uzun süredir destek veren Belgrad ofisinin desteğiyle gerçekleşti. Son dönemde yakın olarak çalıştığım bir galeri olan Eugster||Belgrad’da sunuldu. Bildiğiniz gibi sergi, hepsi kağıt üzerine mürekkeple yapılmış ve tek tek ahşap çerçevelerle çerçevelenmiş 400 çizimden oluşan bir seri içeriyor ve galerinin tüm alanını kaplayan ve hiç bitmeyen bir enstalasyon ortaya koyuyor. Sergi şu anda toparlandı ama biz 400 çizimin tamamının kopyasını içeren bir sanat kitabı hazırladık.